80'li yıllar meslekte kriz yıllarıydı

Ahmet Özsoy mesleğin duayenlerinden meslek hayatındaki 30 yılını Gaziantep İnşaat Müteahhitleri Derneğine anlattı.

Ahmet Özsoy mesleğin duayenlerinden… 1975’te İnşaat mühendisliğini bitirdikten sonra başladığı meslek hayatını, aralıksız 30 yıl devam ettirdikten sonra bu günler de kendini ailesine ve özel yaşamına ve tarih araştırmalarına vermiş…Faal meslek hayatını bıraktıktan sonra, kökleri Ahmet Çelebi’ ye dayanan ailesine ait soy ağacı araştırması içine giren Ahmet Özsoy; Gaziantep şeri mahkeme sicilleri ve tarih araştırmalarıyla çalışırken birden kendini Antep tarihinin içerisinde bulmuş…

Şu sıralar ‘’ AYNI TAS AYNI HAMAM ; 18. YÜZYILDA AYNTAB ‘’adlı kitabının piyasaya çıkacak olmanın heyecanıyla bizleri evinde misafir etti.

Ahmet Özsoy günümüzde bu mesleği yapıyor olmanın yel değirmenlerine karşı savaşmak gibi bir şey olduğunu ifade ederken, kuruluşundan beri yer aldığı görev yaptığı GAİMDER’in hala ilk günkü misyonuyla hizmet etmesinin ise gurur verici olduğunu ifade ediyor.

Ahmet bey yeni nesillerinde sizleri yakından tanıması adına, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

1950 yılında Gaziantep’te doğdum. İlk, orta, liseyi Gaziantep’te okudum. 1970 yılında İTÜ İnşaat Mühendisliği’ne girerek yüksek tahsilime başladım. 1975 yılında mezun oldum. Gaziantep’e döndükten sonra ilk durağım, o dönemin büyük şirketlerinden birisi olan Tekin Dai’nin yanıydı. Bizim kuşakta bir çok isim Tekin beyin yanında mutlaka çalışmıştır. Bende 1 yıl kadar burada çalıştıktan sonra kendi işimi kurmaya karar verdim.

İnşaat mühendisliğini tercih etme sebebiniz neydi?

Belki bunu şimdi söylemek kolay çünkü, iletişim çağımızda çok küçük yaşta herkes herşeyi görüyor, öğreniyor. Ben nereden gördüm öğrendimse daha ilkokul sıralarında kartondan ve sigara jelatinlerini keserek bina maketi yapıyordum. Mesleğin tam içeriğini bilmesem de, mühendislik benim kafamda hep vardı. Bunda belki, kısa bir süre önce kaybettiğimiz, dayımın oğlu rahmetli Halil Kervancıoğlu’nun da etkisi olmuştur. Halil bey, ailede ilk okuyan ağabeylerimizden birisidir. Bu vesileyle kendisini rahmetle anıyorum. Halil Kervancıoğlu örnek alınacak ağabey, iyi bir mühendis, iyi bir müteahhit, aynı zamanda iyi bir kişilikti.

“DAİRE SATMAK İÇİN AYLARCA KAPIMIZIN ÇALMADIĞI DÖNEMLER YAŞADIK”

İlk yıllarda neler yaptınız, o sıralar serbest piyasada çalışan başka kimler vardı ?

Özen İnşaat ortaklığı adıyla 76 yılında yapsat işine girdik. O dönem Gaziantep’te yapsat işi yapanların sayısı sayısı yaklaşık 6-7 kişiydi. Tekin Dai, Muhtar Atmaz; Ünal Horozoğlu, Ünal Özsöyler, Taha Aksoy’ un ortak şirketi, Rasim Özşentürk, Muharrem Özbadem, Feridun Tataroğlu ilk aklıma gelenler. Şahap Güneyligil abimiz daha önce yapmıştı ama bizim yaptığımız dönemde inşaat işini yapmıyordu. Daha sonraki süreçte bu sayı hızla yükselmeye başladı. Hatırlayamadığımda vardır ama o yıllarda yapsat yapanların sayısı çok fazla değildi. Biz o sırada Meteoroloji’de, Tuğcan otelin yanında, Akyol’da satılık daire işi yaptık. 1979 yılında da rahmetli Ali İhsan Ataseven ile ortak olarak Metsan şirketini kurarak, 80’ li yıllarda beraber yapsat işi yaptık. 80’li yılların özelliği, kriz yılları olmasıydı. Hatırlayanlar bilir, insanların kolundaki bileziği satıp ta parasını Banker Kastelli’lere faize verdiği yıllar. O yıllar 6 ay boyunca 1 kişinin bile daire almak için kapımızı çalmadığı yıllardı.

İlk yaptığınız projeniz neresiydi?

Tekin beyin yanında çalışırken, kendi işimi yapmayı düşünüyordum. Kafadar ailesi, Gümrük Hanı’nın yanındaki Kafadar İşhanı’nı yapmamı teklif etti. Bu iş için 4 bin 500 lira teklif etti. O zaman İncioğlu işhanında bin 500 liraya dükkan kiraladım. Alacağım para 3 aylık dükkan kiramı karşılıyordu ama “Allah büyük, nasıl olsa arkasından bir iş daha gelir” diyerek, kendi adıma ilk projeme başladım. Kafadar İşhanı daha sonra belediyenin, yol genişletme çalışmaları sırasında istimlak edilerek yıkıldı.

“TAAHHÜTLÜ İŞ YAPMAK, KAHRAMANLIKTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİ”

O dönemde, mesleğinizi icra ederken karşılaştığınız en önemli zorluklar nelerdi?

Özellikle belirtmemde yarar var, 80’ li yıllar, Kastelli’ lerin olduğu dönemler. Enflasyonun yüzde 120 olduğu yıllardı. Çok iyi hatırlıyorum. Bir batarya firmasının ürününe yaptığı zam sayısı bir yılda 11-12 idi. O yıllar bizim mesleğin zor tarafları daha çoktu. Bilirsiniz Vehbi Koç’un ilk mesleği müteahhitliktir. Anılarında müteahhitliği 1950’li yıllarda bıraktığını söylüyor. Bırakmasının sebebi olarak ta “Ekonomisi istikrarlı olmayan ülkede taahhütte bulunulamaz” diyor. Biz ekonomisi istikrarlı olmayan, yılda 10-12 kez zammın yapıldığı bir dönemde, 2 yıl sonrasına taahhüt ederek iş yapıyorduk. Düşünün siz iki yıl sonrasının ne olacağının bilinmediği bir dönemde bir fiyat belirliyorsunuz, iki yıl içerisinde gelen tüm zamları sineye çekip, o daireyi taahhüt ettiğiniz fiyata satıyorsunuz. Bu enflasyon şartlarında banka kredisi de mümkün değildi. Zaten bankalar müteahhitlere kredi de vermezdi. Bu şartlarda iş yapmak hakikaten kahramanlıktan başka bir şey değil. Aslında başka şansımız da yoktu. Çünkü proje diye gelen bir için müşteri hemen hemen yoktu. Daha önceleri yapıcı ustalarıyla iş yapmaya alışmış insanlarımız bir mühendise mimara proje yaptırmaya alışmamıştı. Hatta inşaat yaptıracak olanların gelip: “Ahmet bey elinizde hazır bir proje var mı, ona bakıp ta yaptırsam” diye sorduğu olurdu. Yani resmi kurum düşünmeyen için yapsat işi dışında başka seçenekde pek yoktu. Eşim o yıllarda Bayındırlık’ta Şube Müdürüydü ama ben devlet taahhüt işini de hiçbir zaman düşünmedim.

EŞİ NİHAL ÖZSOY İLE TANIŞMA HİKAYESİ…

Eşiniz Mimar… Bir anlamda meslektaşsınız, aynı sektördesiniz. Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşimle lise yıllarında aynı sınıfta okuyorduk. Ben de o sıralar sosyal biriydim, lisenin basket takımında oynuyordum. Bu arada, belirteyim Mekikspor’un amatör lisanslı ilk basketbolcularından birisiyim. Elvan Atay hocamızın tiyatro grubundaydım. Lise takımının 10 bin metre koşucusuydum. Ve lise arkadaşlarım ile birlikte, Altınparmaklar adı altında Gaziantep’in ilk amatör batı müziği orkestrasını kurmuştuk. Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya misali arkadaşlığımız o yıllarda başladı. Hiç unutmam. Ben eşime olan duygularımı lise 2.sınıfta açmıştım. Ama Nihal benim bu faal olmamdan dolayı biraz korkmuş olmalı ki bana üniversiteye girmemi şart koştu. Tabi şunu da ekleyeyim. Biz Nihal ile iki yıl yan yana sıralarda oturduk ama bir küs bahanesi yaratarak hiç konuşmadık. (gülüyor) Sadece mektuplaştık. Şimdiki gençler belki bunu anlamaz ama küs kalmamızın sebebi, belki konuştuğumuzu çevremiz duyar, dedikodu olur, bu da bizim geleceğimizi etkiler diyeydi.

Ben mühendis olmaya daha önce de karar vermiştim. Eşim mimarlık ile diş hekimliği arasında gidip geliyordu, o da benim mesleğimden dolayı, mimar olmaya karar verdi.

Zorlukların üstesinden nasıl gelirdiniz?

Aslında bizim jenarasyon işin ticari yönünü hiç düşünemedi veya beceremedi. Mühendislik tarafımız daima ağır bastı. Bütün arkadaşlarım gibi inşaatın her aşamasında, şantiyede olduk. Beton dökülürken elimizde şişle, betonun başında durduk. Bu mühendislik yapısı bizi daha hesaplı olmaya sevk etti. Elimizde sermayemiz ne kadarsa, o kadar proje yaptık. Fazla açılmadık, bir binayı bitirmeden diğerine başlamadık. Bina bitirme süreleri de 2 yıla kadar uzayınca, sirkülasyonu ve büyümeyi zorlaştırdı. Nitekim bu zorluklar devam edince ben ve benim jenerasyonumdaki arkadaşlar piyasadan çekilmeye başladık. Bunun üzerine Gaziantep kendi şartlarından kendi çözümünü doğurdu ve özel yapı ortaklığı ortaya çıktı. Bu sistemde müteahhit yaptığı işten belli bir oranda ücret alıyordu. Sermaye gerektirmeyen, riski olmayan bu sistem yaygınlaşmaya başladı. Bu sisteme bir nevi “emanet usulü ” de denilebilir. Kooperatif gibi olmayan bu sistem, bir resmiyete dayanmadığı için uzun süre yürümedi. Özel yapı ortaklığının da sona ermesiyle birlikte, piyasa yine kendi çözümünü doğurdu ve 90’lı yıllarda sektöre, mühendis olmayan sermaye sahibi bazı gruplar piyasaya girdi. Bunlar binaları çok hızlı yapmaya başladılar. Yeterli sermayeleri olduğu için yaptıkları binaları peşin satmaya da ihtiyaçları yoktu. Neredeyse bitirmeye yakın ellerinde hala bütün daireler duruyordu. Ev almak isteyenler de, hiçbir riski olmayan, bitmiş binaları tercih ettiler. Böylece parası olup ta meslekten olmayan grup, piyasaya egemen olmaya başladı.

DERNEĞİN KURULUŞ ÖYKÜSÜ…

Teknolojik olarak araç-gereç yönünden sıkıntılarınız nelerdi?

Bu da ayrı bir zorluktu. Gaziantep’te inşaat yapan bizlerin, batıda inşaat yapanlara göre de zorluklarımız vardı. Batıda müteahhit, inşaatın kaba inşaatını, bir alt müteahhit olan taşerona verir, kendisi başka işe odaklanırdı. Bizim böyle bir şansımız yoktu. Az önce de dediğim gibi, biz elimizde şişle, betonun başında beklerdik. Sırt ile beton döktürürdük. Demir bulmakta zorlanırdık, bazen karaborsa olurdu. Yaşadığımız bu zorluklar, Müteahhitler Derneği’nin kurulma sebeplerindendir. Bu vesileyle anlatayım. Bir gün biz müteahhitlere haber geldi. Sırt ile beton dökenler ve betoniyerle dökenler bir araya gelmiş ve bir fiyat ve kural belirlemişlerdi. Bunun dışına çıkan olursa da “şöyle yaparız, böyle yaparız” diye konuşmuşlar. Bunu duyunca; bizim de hep kafamızda olan, bir dernek kurma zamanının geldiğini düşündük. Derneğin ilk temelinin atılması bu dönemdir. Bir araya gelerek toplantılar yaptık. Bu toplantılarımıza Necati Kanalıcı, Ali İhsan Ataseven, Rasim Özşentürk, Feridun Tataroğlu, Muhtar Atmaz, Ünal Özdil, Sait Kasapbaşı, Halil Kervancıoğlu, Orhan Söylemez, Ali Havuççuoğlu, Ökkeş Güdemez ve daha isimlerini sayamadığım bir çok meslektaşımız katıldı. Daha derneği kurmadan, betoniyer sıkıntısını çözmemiz gerekiyordu. 3-5 kişi Antakya’ ya gittik. Bir betoniyer siparişi verdik ve getirttik. Bizim bu dernek yapımızı gören betoncular bu kez sert kurallarını kırdılar ve böylece daha makul tekliflerle geldiler. Ben ilk dönem Yönetim Kurulun da yoktum ama daha sonraki yıl katılarak bu saydığım arkadaşlarımla ve daha sonra katılanlarla 15-20 yıl kadar Müteahhitler Derneği’nin yönetimlerinde çalıştık.

“ŞEHRİN DOĞRULARINI SAVUNDUK”

Peki başka neler yaptınız o yıllarda?

Bizim mühendislik vasfımız, daima müteahhitlik kimliğimizin önünde geldi. Şehrin doğruları adına zaman zaman belediye başkanlarıyla ters düştük. Mesela bunlardan birisi eski otogar yerine kurulmak istenen Sebze Hali Pazar yeri ve İbrahimli’nin imar plan tadilatları vardı. İbrahimli’nin yolları açılırken ve burası biz müteahhitler için önemli bir saha olmasına rağmen, biz doğruları söylediğimiz için Celal Doğan zamanında bir telefonla, İbrahimli’de yol açma çalışması yapan araçları geri çekilmişdi. Bedel ödeme pahasına itirazlarımızı sürdürdük. Hakikaten o dönemden sonra da belediye ile olan ilişkilerimiz sekteye uğradı. Mesleki örgütlenmeyi sağladıktan sonra mesleki eğitimi gündeme getirdik. Yapı sözleşmelerini Müteahhitler Derneği kapsamında standarta bağlamaya çalışmıştık. Haksız oluşan karaborsaya itirazlar yapıyorduk. Basınla bir araya gelerek, gündeme dair görüşlerimizi açıklıyor, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorduk. Bir mimar ve mühendis odası gibi hareket ediyorduk ve TMMOB deki arkadaşlarla beraber çalışıyorduk. Zaten onlarda bizden farklı düşünmüyorlardı. Hatta bir çok etkinlikte beraber çalışdık.

Ahmet bey mesleği biraz erken bıraktınız sanırım, bunun sebepleri nelerdir?

2000’li yılların başlarında mesleği bıraktım. O yıllarda, benim yaptığım “Dört Mevsim Sitesi” yeni bitmişti. Kızım evlenmişti ve Amerika’da doktora yapıyordu. Bir gün kızım telefonda “Anne, baba ben anne olacağım ama Amerika gibi bir yerde bunun sorumluluğunu almak kolay değil. Bana destek olurmusunuz ‘’ ? Deyince, bizde eşimle konuşarak “Projemizi yeni bitirdik. Zaten bu koşullarda yeni iş yapmakta cazip değil. Hiç olmazsa çocuklarımıza, torunlarımıza destek olalım” dedik ve Amerika’ya gittik. Yılın 5-6 ayını gidip gelmek suretiyle 3-5 yılımızı da böyle geçirdik.

Sonrasında bir kitap yazma fikri ortaya çıkmış galiba?

Evet, bizim gibi insanların bir şey üretmeden durması mümkün değil. Kendimi hiçbir zaman emekli olarak kabul etmedim. Her an işimi yapabilecek konumda oldum. Ben ailemizin Ahmet Çelebi’den geldiğini biliyordum. Bir soy ağacı çalışması yapabilir miyim diye kendime o tarafa yönlendirdim.

Peki bunun bir hikayesi var mı?

İnanması zor ama evet bunun çok ilginç bir hikayesi var. Küçük kızım Bilgen Amerika’dan geldiğinde “Baba beni Şehreküstü’deki evimize götürür müsün, oraları görmek istiyorum” dedi. Ahmet Çelebi Camisi’nin oraya gittik. Kızıma “İşte cami burası, evimiz de şurası” derken, -inanmayacaksınız- ikimizin arasına bir çocuk girdi ve ikimizin de elini tuttu ve sallayarak “unuttunuz bizi unuttunuz” dedi. Sadece bu kadar. Bir an donduğumuzu hissettik. Kızımla göz göze geldik. Tekrar baktık çocuk yok. Bir rüyayı iki kişi aynı anda göremez ama kızımla aynı şeyleri görmüşdük. Aynı çocuğu ve aynı sözleri kızım da duymuşdu ben de. Zaten soyumuzu öğrenmek içimde zaten bir ukdeydi, bu olaydan sonra ben soyumuzu araştırmaya karar verdim. Gaziantep Şeri Mahkeme Sicillerini tarayarak ailenin soy ağacını bulmak gibi bir çalışmanın içine girdim. Çok zor bir çalışma oldu. Eskiden soy adı kanunu da olmadığı için metinler de isimler Ahmet oğlu Mehmet gibi geçiyor. Bu şekilde bulmanız da imkansız. Nüfus kayıtlarında ise 1850 li yıllardan öncekiler yok. Kısaca Resmi kaynaklarda soy adı olmayınca işiniz daha da zorlaşıyor. Benim şansım ise ailenin 1700 lü yıllarda bir cami medrese ve yarı ailevi bir vakıf kurması ve daha sonra ki ailedeki vakıf görevlilerine beratların İstanbul’dan yazıyla gelmesiydi. Osmanlı kayıtlarını da tarayarak, büyük zorluklar içerisinde 5 yılı aşkın süren çalışmamın karşılığı soy ağacını da tamamlayarak kitabımı bitirdim.

Bu kadar zorluğu yaşarken, hiç “yoruldum, pes ettim” dediğiniz anlar olmadı mı?

Ben bu çalışmayı bir arkeoloğun yaptığı çalışmaya benzetiyorum. Bir arkeolog nasıl aylarca çalışır ve toprağın altındaki esere bir gün ulaşacağı için heyecan duyarsa, ben de aynı heyecanı yaşadım. Ben Ramazan ayında sahura kadar çalışıp, ertesi sabah tekrar 9.30’da uyanıp çalışmaya başladığımı ve hiç yorulmadığımı biliyorum. Bunun sırrı da yaptığım işi sevmektir. Beynimiz öyle bir organ ki, eğer yaptığınız işi seviyorsanız, günde üç dört saatlik bir uykudan sonra bile, kendini dinlendirip, ertesi güne hazır hale getiriyor. Yani beyin size yeni enerjik bir gün sunuyor. Bu yüzden hiçbir zaman sıkılmadım, yorulmadım. Pes etmek aklıma bile gelmedi. Bu ara Şeri Mahkeme sicillerinde ve diğer yayınlarda çalışırken , Antep tarihine de tanık oluyorsunuz. Dolayısıyla şehirde olmuş çok önemli olaylara ve Antep’in; Antep’li kimliğini oluşturan kaderine şahit oldum. Bunlara da kitabımda yer verdim. Şöyle söyleyeyim, soy ağacı ile başladığım çalışma, soy ağacını geçti ve 18. yüzyılı anlatan bir Antep tarihi oldu. “Aynı Tas, Aynı Hamam” adını verdiğim kitabımın çok yakın bir zamanda çıkacağını da buradan belirteyim.

Ahmet bey, ben tekrar mesleğinize dönmek istiyorum. Deneyimli bir mühendis gözüyle baktığınızda, Gaziantep’in genel yapılaşmasını nasıl görüyorsunuz?

Her şey ülke ekonomisi ile bağlantılı. Genel tablonun iyi olmadığını söylemeliyim. Çünkü, bir şeyi sıfırdan yapmak çok kolay ama düzelterek yapmak çok zor. Başından beri yanlış yaparak bu noktaya gelindi. Bunun sebebi de, imar planı, şehirleşmelerden sonra geldi. Yani önce şehirleşme başladı, sonra imar planı geldi. Dolayısıyla yapılaşmış bir yapıyı da değiştirmek mümkün olmadı. Aslında Gaziantep, ilk imar planı yapılan şehirlerden birisi ama idareciler o planı daraltarak, küçülterek uygulamadılar. Eğer baştan planlı bir çalışma olsaydı, çözüm çok daha kolay olurdu. Bu şehirde gecekondulaşma ciddi problem ve gecekondulaşmaya siyasi nedenlerle göz yumanlar oldu. Daha sonra da bunlardan emlak vergisi toplandı. Emlak vergisi aldığınızda da gecekonduyu vatandaş gözünde meşrulaştırmış oluyorsunuz ve işiniz zorlaşıyor. Dediğim gibi bu yanlışlar düzeltmelerle devam ediyor ve hiçbir şey sıfırdan yapmak gibi olmuyor.

Tarihi dokuları yok ettik. Bu da geçmişte yapılan çok ciddi yanışlardan biriydi. Asım Güzelbey başkan bu konuda ciddi çalışmalar yaptı ve tarihi dokuyu ortaya çıkarttı. Sevinerek söylemeliyiz ki daha sonraki başkanlarda aynı misyonla devam etmekteler. Asım bey’ in bir şansı daha olmuşdu. Eskiden Vakıflar İdaresi eski eserleri “aman üzerini açmayın, aman dokunmayın” mantığıyla giderdi. Onlarda yeni bir vizyon içerisine girerek, bunları ortaya çıkartmak adına önemli bir görev üstlendiler. Bu görev başkanlarımızın da mantalitesiyle birleşince, ortaya güzel projeler çıkıyor. Ben şehir dokusunu ortaya çıkartan bütün projelere saygı duyuyorum.

Ahmet bey, genç meslektaşlarına hangi tavsiyelerde bulunursunuz?

Rüzgara karşı Don Kişotluk yaptıklarını çok rahat söyleyebilirim. Bizler yerel ve merkezi idarelerinin karşısında yel değirmenlerine karşı savaşıyoruz. Bir şekilde devlet rakibimiz olmaya başladı. Ne kadar başarılı olunur bilmiyorum ama çözüm doğrusu şirketleşmek ve birleşmektir. Daha büyük projeler düşünmektir. Bunu yapmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Yani mimarı, mühendisi, haritacısıyla vizyonel düşünen grupların oluşması gerektiğini söylüyorum. Madem tek başına projeleri yapacak sermaye gücüne sahip değiliz. O halde birleşmeliyiz.

“DERNEKTE MÜHENDİSLİK MİSYONU HEP ÖN PLANDA OLMUŞTUR”

Kurucuları arasında yer aldığınız GAİMDER’in bugün geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz. Mevcut Yönetim Kuruluna bir mesajınız olacak mı?

Ben bu soruya şöyle cevap vereyim. Ben mesleği 2005 yılında bırakmış olmama rağmen, o günden bu yana hala Dernek üyeliğim devam ediyor. Bunun sebebi ise, bizim bıraktığımız bayrağı, yeni göreve gelen arkadaşlarımızın devam ettirebilmesine olanak sağlamak içindir. Şunu da gururla söyleyebilirim ki, gerek bizden sonra göreve gelen Rıdvan Köksüzer beyin, gerekse İbrahim Apa kardeşimin bayrağı alıp, aynı misyon içerisinde devam ettirdiğini çok rahat görüyorum. Aslında vurgulamak istediğim bir şey daha var ki, bir şeyde başlangıç çok önemlidir. Bir yeni doğan bebek bile, atasının izleriyle doğar ve onu örnek alarak büyür. Gaziantep İnşaat Müteahhitleri Derneği’ni de bizler kurarken, kuruluşda ticari değil de mühendislik misyonunun ve mesleki kaygıların önde olmasına dikkat ettik. Geçmişteki bu anlayış şimdi de aynen devam ediyor ve Dernekte mühendislik misyonunun önde olmasını sağlıyor. Bundan dolayı da arkadaşları kutluyorum. Başarılar diliyorum.

13 Tem 2018 - 03:30 -

Mahreç  Hüseyin Küpeli


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.