Özmen Un’un önceliği Endüstri 4.0 ve gıda güvenliği

Gaziantep’te 40 yılı aşkın bir süredir değirmencilik yapan bir ailenin temellerini attığı Özmen Un, Türkiye’nin ilk Endüstri 4.0 değirmenini Gaziantep’e kurarak, ülkemizde kişiye özel un üreten ilk ve tek firma oldu.

Gaziantep 5.Organize Sanayi Bölgesi’ndeki arsasını yaklaşık 70 milyon liralık bir yatırımla taçlandıran Özmen Un, değirmenciliğin yanı sıra lisanslı depoculuk ve turizm sektöründe de kısa sürede iddialı olduğunu gösterdi.

Özmen Un’ un yatırımlarını, şirketin yönetiminde 4.jenerasyon olarak görev yapan Yönetim Kurulu Başkan Vekili Oğuz Özmen hedeflerini ve çalışmalarını BOSS Dergisine anlattı. Oğuz Özmen, Türkiye standartlarının üzerinde ve değirmencilik alanında dünyada kendini kabul ettirmiş İsviçreli mühendisler ile beraber kurdukları tesisleri sayesinde bundan böyle firmalara dağıtıcı değil, çözüm ortağı olmayı amaçladıklarını ifade etti.

Oğuz bey, Özmen Un’ un köklü bir geçmişi var. Değirmencilikte büyüyen ve sürekli kendini geliştiren bir yapınız var. Neler yapıyorsunuz?

Bahsettiğiniz üzere 41 yılı geride bıraktık. Değirmencilik bizim ailede, dedemin babasının başlattığı bir sektör ve ben 4.kuşağım. 38 yıl önce ilk fabrikamızı Nizip caddesinde kurduk. Daha sonra fabrikanın önüne daha büyük bir fabrika kurmuşuz. 350 ton kapasite ile oradaki çalışmamıza devam ediyoruz. Ancak biz 5.OSB’de kurduğumuz tesis ile bu sektördeki vizyonumuzu, duruşumuzu ve sektöre bakış açımızı bir kez daha ortaya koyduk. Burada kurumsal altyapımızı kuruyoruz. Ar-Ge yapıyoruz. Yeni fabrikamızın tüm altyapısı da bir anlamda orada sağlıyoruz.

Siz sürece nasıl dahil oldunuz?

Eğitimimi tamamladıktan sonra, 3.5 yıl önce şirkette ben de görev almaya başladım ama Gaziantep’in genlerinde olduğu gibi, her çocuk gibi bende çıraklık ve kalfalık dönemini fazlasıyla yaşadım. Yeni fabrikamızın proje aşamasından itibaren her safhasında görev aldım. Sadece projenin yapılanması 1 yıl sürdü. 1 yıldır ise bu işin mekanik, montaj, otomasyon ve inşaat işlerini yaptık. 2 yıllık bir çalışmanın ardından, yaklaşık 1.5 ay önce de faaliyete aldık.

Hangi iş kollarında faaliyet gösteriyorsunuz?

Ana faaliyet alanımız olan değirmencilik ile gıda sektöründe, lisanslı depoculuk anlamında tarım sektöründe, Hışva Han ve Sırçacı 14 olarak da turizm sektöründe faaliyet gösteriyoruz.

Yatırım yaparken belirlediğiniz kriterler nelerdir?

Biz aile olarak, yaptığımız her işte kendimize aynı soruları sorarız. Dünyada benzer uygulamalar nelerdir, nasıl yapılıyor. Değirmencilikte de 41 yıllık tecrübemiz olmasına rağmen, yeni projemize de aynı perspektifle yaklaştık ve dedik ki “Dünyada bu işin en iyi uygulaması nerede ve nasıl yapılıyor”. Bu anlamda ABD’yi ve Avrupa ülkelerini gezdik. İncelemeler yaptık. Türkiye’deki en başarılı değirmenleri de dolaştık. Değirmencilik bilimi anlamında en iyiler Avrupa’da diyebiliriz. Almanya ve İsviçre bu sektörde öne çıkan ülkeler. Bu iki ülkenin öne çıkmasının sebebi de değirmen teknolojilerinin gelişmiş olması. Özellikle dünya değirmencilik sektörünü yönlendiren şirket olarak biliniyor. Biz de bu şirket ile başlamaya karar verdik. Diyaloglarımızda önemli mesafeler aldık ve Gaziantep’te yaptığımız projemizin tamamını da bu şirkete verdik.

Neler yaptınız bu tesislerin içerisinde, yatırım süreci hakkında bilgilendirir misiniz?

50 bin metrekarelik alan içerisinde kapının nerede olacağından, paketlemeden, araçlara, sevkiyatın nerede yapılacağına ve insanların şirkete nerede gireceğine kadar tamamını Bühler’in İsviçreli mühendisleri belirledi. Çok uzun süre üzerinde çalıştık. 15’e yakın toplantı yaptık. Biz İsviçre’ye gittik, onlar defalarca Türkiye’ye ve Gaziantep’e geldi. Ve sonunda böyle bir değirmen ortaya çıktı. Ben sanmıyorum ki bir gıda projesinde bu kadar emek verilsin ve bu kadar çalışılsın. Gaziantep’imize ve ülkemize üstün teknolojili bir yatırımı kazandırmak adına bu projeyi gerçekleştirdik.

“TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNE 7-8 YIL SONRA GİRECEK”

Sizi rakiplerinizden farklı kılan detaylar nedir?

Değirmende, Avrupa’nın odaklandığı 2 noktaya odaklandık. Birincisi Endüstri 4.0, ikincisi Gıda Güvenliği konusu. Bu iki konu, Türkiye’nin şu anda çok fazla konuşmadığı ve 7-8 yıl sonra gündemine almak zorunda kalacağı ve 15 yıl kadar sonra da uygulamaya başlayacağı konular. Biz büyük bir keyifle bunu projemizde uygulamaya başladık.

ÜRÜNLERİMİZİN GIDA GÜVENLİĞİ SEVİYESİ ÇOK YÜKSEK”

Peki tam olarak neler yapıyorsunuz burada?

Önce Gıda Güvenliği anlamında bahsedeyim. Biz yurt içi ve yurt dışı olmak üzere her yerden buğday alıyoruz. Buğdayı alırken de toprakta ne varsa, onlarla beraber geliyor. Buğdayın yabancı maddelerden tamamen ayrılması çok başka bir olay. Gıda Güvenliğini sağlamak adına bu tesisimizde buğdayı saf olmayan tüm maddelerden tıpkı elle ayırıyormuş gibi ayırıyoruz. Böylece değirmenlerimize yalnızca buğday giriyor. Bunun yanı sıra buğdayı üzerindeki kabuğundan tamamen ayıracak şekilde önce buharla nemlendiriyoruz, sonra da peeling yapıyoruz,keseliyoruz. Böylece buğdayın üzerindeki herhangi bir zirai atık ve kalıntı olmaksızın hafif mat görünümüyle saf buğdayı elde etmiş oluyoruz. Fabrikamızı kurduktan hemen sonra da ürünlerin numunelerini hem Ankara’ya hem de Avrupa’ya ulaştırdık. Burada mikotoksin oranını sıfır denecek seviyeye indirdiğimizi gördük. Bu sonuç bizi fazlasıyla memnun etti. Bu anlamda Avrupa’nın gıda güvenliği en yüksek unlarından elde etmeyi başardık.

”ARTIK TEDARİKÇİ DEĞİL, ÇÖZÜM ORTAĞIYIZ”

İkinci olarak Endüstri 4.0’dan bahsetmek istiyorum. Henüz çok yeni olduğu için Türkiye’de Endüstri 4.0 denildiğinde hemen akla “mavi yakalılar azalacak, yerini robotlar ve beyaz yakalılar alacak, işsizlik artacak” gibi bir algı geliyor. Aslında Endüstri 4.0 esnek ve verimli üretim anlayışı demek. Biz Türkiye’nin ilk Endüstri 4.0 değirmeni ile de bunu sağlıyoruz. Kişiye özel ürün üretiyoruz. Bize talebinizi belirtiyorsunuz, üretim anlayışınızı iletiyorsunuz ve bize “12 ay boyunca bu ürün kalitesinde, şu ürünü istiyorum” diyorsunuz. Biz de size tonaj fark etmeksizin, sizin istediğiniz kalitedeki ürünü gönderiyoruz. Burada büyük olarak adlandırabileceğimiz pizza, çikolata sektöründen firmalarla çalışıyoruz. Yani artık müşterilerimizin dağıtıcısı veya distribütörü olmaktan çıkıp, çözüm ortağı boyutuna geçmiş oluyoruz. Güçlü bir Ar-Ge ekibimiz var. Bu ekip direk sahaya iniyor, beklentiyi görüyor ve bu beklentiyi daha iyi nasıl karşılayabileceğimizin çalışmasını yapıyorlar. Bu yaptığımız çalışma, bize Türkiye’deki diğer 650 un fabrikasından ayıran en önemli özelliktir.

Yaptığınız bu teknolojisi son derece yüksek ve üst düzey yatırımınızla, Türkiye’de sektörün neresinde görüyorsunuz kendinizi?

Yeni yatırımımızla birlikte günlük 750 ton buğday kırma kapasitemize ulaştık. Ancak şunu söyleyeyim, bu yatırımları yaparken, bizim rakamlarla ilgili bir beklentimiz olmadı. Amacımız “en fazla ihracat yapan, en fazla ciro sağlayan” gibi ünvanlara sahip olmak değil. Biz değer yaratma odaklı bir aile ve şirketiz. Bu vizyon doğrultusunda bakan, güçlü potansiyeli olan insan kaynakları alt yapısına sahibiz. Lübnan’da ki bir pizza zincirine, Paris’te ki rakibimizden performansı daha yüksek, daha değerli unu gönderebiliyor muyuz ona bakarız. Sahip olduğumuz bu değerlerle de Türkiye’nin en büyük un markası olmayı hedefliyoruz. Bu yolda sağlam adımlarla ilerlediğimizi söyleyebilirim.

Bu boyutta, bu sektörde, Türkiye’de başka bir yatırım var mı peki?

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en büyük bankalarından birisinin çok değerli Genel Müdürü buradaydı. Onunla da bu konuyu konuştuk. Şu anda, Türkiye’nin büyük şirketlerinden ve büyük değirmenlerinden birisi bizim yaptığımızı yapmak istiyor ve bunun içinde Gaziantep’e gelmek istiyor. Neden buraya gelmek istiyor, çünkü bunun başka bir uygulaması başka bir yerde olmadığı için. Şu anda Türkiye’de bu uygulamayı yapan ve Endüstri 4.0 mantalitesine sahip olan ve unda kişiye özel üretim yapan tek şirket biziz.

Peki ürünleriniz daha çok nerelere gönderiyorsunuz, iç ve dış piyasadaki konumunuz nedir?

İç ve dış piyasaya yüzde 50 – yüzde 50 diyebilirim. Dünyanın 40 ülkesine ihracat yapıyoruz. ABD, İngiltere, sınır ülkeleri ve Kuzey Afrika ülkelerine ihracatımız var. Bunun yanında Türkiye’nin her şehrine, her kasabasına giriyoruz. Bizim yaklaşık 15 yıldır ürettiğimiz baklavalık un grubumuz var. Bu un gruplarını Iğdır’a gitseniz de, Söke’ye gitseniz de görürsünüz. Çırağan Sarayı’nda da görürsünüz. Bu anlamda çok fazla ürün çeşidine sahip olduğumuz için Türkiye’nin tamamında yer alıyoruz.

LİSANSLI DEPOCULUKTA 55 BİN TONLUK KAPASİTE

Lisanslı Depoculuk alanında ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Lisanslı Depoculuk başladığı andan beri, Yönetim Kurulu Başkanımız Erhan Özmen beyin yakından takip ettiği bir konuydu. Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu Başkanlığı yaptığı dönemde de ilk çıkan yönetmeliklerde sürecin içerisinde olduğu bir konu. Kısmet oldu ve geçtiğimiz yıl lisanslı depoculukla ilgili yatırımımızı gerçekleştirdik. Şu anda 55 bin tonluk kapasitemizle Türkiye’nin en büyük lisanslı depoculuk şirketlerinden birisine sahibiz. Bu rakam, 18 tane geminin alabileceği bir kapasiteye sahip olmak anlamına gelmektedir. Bu yatırımı çok önemsiyoruz çünkü tarım artık çok önemli yerlere gidiyor. Dünyada bile şu anda en büyük rekabetlerden birisi tarım ürünlerine dönüyor. Dolayısıyla üretilen ürünlerin kayıt altına alınması ülkemiz açısından çok önemli bir konu. Lisanslı depoculuğu çiftçiyi de üretimi de ciddi anlamda destekleyen önemli bir proje olarak değerlendiriyoruz. Bunun Özmen Un açısından da şöyle bir önemi var. Lisanslı depoculuk bizim ailemizin tarıma attığı ilk adımdır.

Orta ve uzun vadedeki hedefleriniz nelerdir?

Bizim ilerleyen yıllarda kendi buğdayımızı kendimiz ekmemiz veya sözleşmeli buğday ekimi gibi hedeflerimiz var. Bu hedefe ulaşmamız açısından da elimizdeki ciddi bir avantajımız olarak görmekteyiz. Değirmencilik sektöründe kapasitemizi artırıp farklı ürün gruplarına yönelmekten yanayız. Ayrıca ürün aldığımız üreticilere de eğitim anlamında ciddi anlamda destek olmak istiyoruz. Şu anda görüştüğümüz çiftçi grupları ve kooperatifler de bulunmakta.

Bahsettiğiniz bu yatırımları ne kadarlık bir bütçe ile gerçekleştirdiniz?

Burası 50 bin metrekare üzerine kurulu bir alan. 20 bin metrekaresi lisanslı depoya ait. 30 bin metrekaresi de fabrika ve gelecekteki yatırımlarımıza ait. Lisanslı depoculuk işine arsamız hariç 20 milyon TL’lik bir yatırım gerçekleştirdik. Değirmenimize de 50 milyon liralık bir yatırım yaptığımızı söyleyebilirim. Henüz 1.5 aylık zaman diliminde değirmende çok önemli geri dönüşler aldığımızı belirtmeliyim.

Turizm sektöründe de oldukça severek ve keyif alarak yatırımlar yaptığınızı görüyoruz. Bu alandaki projelerinizden de bahseder misiniz?

Önceden bir altyapı vardı aslında. Biz aile olarak belirli aralıklarla yurt dışına gidip geliyoruz ve yeme içme sektörünü de yakından takip ediyoruz. Aile olarak yeni tatlar, lezzetler keşfetmeyi seviyoruz. Dolaylı olarak hep içinde olduğumuz bir alandı. Bu yüzden de kız kardeşim İpek Hanım “ben kendi cafe/ restoranımı açmak istiyorum” diye geldiğinde çok olumlu ve sıcak baktık. İyi ki de öyle olmuş, çünkü çok keyifli bir şekilde ilerliyor. Hışva Han ise biraz daha farklı bir pozisyonda gerçekleşti. Sonuçta bu şehirde yaşıyoruz. Biz de aile olarak “bu şehir için neler yapabilirizi” konuşurken Hışva Han projesi ortaya çıktı. Hışva Han 550 yıllık yapısıyla Gaziantep’in en önemli simgelerinden bir tanesidir. Yaklaşık 2 yıl önce bu projeye de başladık. Tıpkı diğer projelerimizdeki bakış açımızda olduğu gibi, burayı da doğru ellere teslim etmemiz gerektiğini düşündük. Çok önemli isimlerle görüştük. Proje danışmanlığında Murat Özalp, tüm kreatif ve mimari projede de Mahmut Anlar ile çalıştık. Hışva Han’da 2 binin üzerinde ürün var ve bunların hiçbirisi endüstriyel ürünler değil. Tamamı bizim adımıza yapılan, bizim için çizilen çok özel ürünler. 3 bin metrekarenin her santimetresine dokunduğumuz bir han oldu. Sadece emek harcayarak maddi ve manevi yatırım yapmak yeterli değil, burayı doğru ellerle yönetmek lazımdı. Nitekim, 60 kişilik profesyonel bir ekibimiz var. Projenin başında annem Mine Hanım da bu işi severek ve çok keyif alarak yapıyor. Hışva Han’ın kısa sürede Türkiye’de bu çapta benimsenmesinin ana sebebinin bu bakış açısı olduğunu düşünüyorum.

Peki sizden bahsedecek olursak, eğitim sürecinizin hemen ardından aile şirketinizde görev almaya başladığınızı görüyoruz. Başka hedefleriniz var mıydı?

Aslında kafamda kendi işlerimizden başka bir şey hiç olmadı. Gaziantepliler olarak bizde gelenek bellidir biliyorsunuz. Çocuk okumaya başlasa bile, Cumartesi günü ya dükkanın önünü süpürür, ya da fabrikada çalışır, paketleme yapar. Özellikle erkek çocuklar böyle büyüyorken şimdi kızlarda da böyle oldu. Bende bu süreçlerden geldim. O yüzden aklımda herhangi bir alternatif yaşam biçimi yoktu açıkçası. Belki ailem de bu şekilde yönlendirmek istedi ve bunda başarılı olduklarını söyleyebilirim.(gülüyor). Ben 14 yaşında Gaziantep’ten ayrıldım. Ancak her yaz tatilinde gelip işimin başında çalışmaya devam ettim. Eğitim sürecimin ardından, 3.5 yıldan bu yana da tamamen buradayım. Burada olmaktan dolayı da son derece mutluyum.

11 Tem 2018 - 10:08 -

Mahreç  Eray Ünver


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.