"Üretmenin her aşamasında mutlu oluyorum"

Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve SASA CEO’su olan Dr. Mehmet Şeker ile geçmişten günümüze siyaset, iş ve hekimlik yaşamını, özellikle de SASA’nın yatırımlarını ve gelecek planlarını konuştuk.

Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve SASA CEO’su olan Dr. Mehmet Şeker ile geçmişten günümüze siyaset, iş ve hekimlik yaşamını, özellikle de SASA’nın yatırımlarını ve gelecek planlarını konuştuk. Aile kavramına çok önem veren ve hayatında dostluklara geniş bir yer açan Dr.Mehmet Şeker, iş ve ekonomi dünyasıyla ilgili önemli tespitlerde bulundu.

Mehmet bey, Erdemoğlu Holding’te ne kadar süredir görev yapıyorsunuz?

Yaklaşık 28 yıldır Erdemoğlu ailesi ile iç içeyiz. İş hayatı, hekimlik, sosyal yaşantı v.s hepsini üst üste koyduğunuzda buraya kadar geldik. Son 3 yıldır Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktayım.

Hekimlik, siyaset derken iş dünyasında CEO’luğa geçiş yaptınız, nasıl gelişti bu süreç?

İnsan hayatının her aşamasında hizmet etmek var. Kimileri bu hizmeti manav olarak, kimi öğretmen, mühendis, kimi ise hekim olarak yapıyor. Ben hekimlikte ülkeme karşı yükümlülüğümü yerine getirdiğime inanıyorum. Özellikle diyabet hastalarıyla sosyal ve eğitim amaçlı çok güzel çalışmalar yaptık. Sonrasında belediye başkan adaylığımız ve milletvekilliğimiz oldu. Bu süreçten sonra hekimliğe dönmek biraz zordu. Neden derseniz, hem ekibi toplamak güç, hem hastalarınızın sizi bekleyecek hali yok. Ülkenize hizmet ettiğiniz, ekonomiye, ticarete, hukuka, sosyal yaşantıya katkı sağladığınız sürece nerede olduğunuzun çok ta önemi yok. Ben, bürokrasiden, hekimlikten edindiğim tecrübelerimi burada değerlendirme yolunu seçtim.

Teklif nasıl oluştu, tereddütleriniz oldu mu?

Burası siyasetin olmadığı, insanların birbirlerini karalamak yerine, birbirine destek olmaya çalıştığı bir yapı. Burada her zaman güzel dostluklar edindik. Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın İbrahim Erdemoğlu ile yıllardır süre gelen bir dostluğumuz var. “Beraber çalışalım, bize katkıda bulunmanızı isteriz” dediğinde biraz düşündüm çünkü iş dünyası, bambaşka bir dünya. Şöyle bir tereddüt oldu, aldığınız görevin sorumluluğunu yerine getirmeniz lazım. Bir işe başladığınızda hangi noktadaysa, onun üzerine çıkmanız lazım. Bu, hekimlikte de, siyasette de böyledir. Bulunduğunuz yere katkınız olabilmeli, olamıyorsa, oralarda olmanızın anlamı yok zaten. İş dünyası daha zor ama bu zorlukları bilgi, birikim ve tecrübelerimizle aşmak için burada olmayı seçtim.

Yeni görevinizde, bu grubun SASA tarafındasınız. Erdemoğlu Holding’in SASA’yı alma fikri nasıl oluştu?

SASA Polyester, Sabancı Holding’den Hintli bir şirkete satılmak üzereydi. O dönem ülke menfaatleri açısından TİM, Odalar ve ilgili kuruluşlar tarafından hükümete bu konuda endişeler iletiliyordu. Çünkü Hintli şirket, dünyada tekel bir firma, bağlı olduğu ülkelerde ürettiği malları getiriyor ve bu ülkedeki üretimi engelliyordu. Rekabet Kurumu bu satışa izin vermedi. Bizimde böyle bir kuruluşa ihtiyacımız vardı. Bu arada, SASA ekonomik olarak sıkıntısı olan, teknolojisi oldukça eski bir firmaydı. Erdemoğlu Holding olarak Hintli firmanın verdiği rakamdan daha yüksek bir bedelle SASA’yı bünyemize dahil ettik.

“TEKNOLOJİMİZ ÇİN VE KORE’NİN İLERİSİNDE”

Satın aldıktan sonra çok ciddi yatırımlar yaptığınızı gördük, neler yaptınız biraz anlatır mısınız?

SASA’da yaptığımız yatırım, 1 milyar dolarlık bir yatırım. Ocak ayı itibariyle günlük 1 ton elyaf üretebiliyoruz. Endüstri 4.0, yeni teknoloji ve tamamen otomasyona yönelik bir organizasyon var. Üretimin başlangıcından, ambara depo edilmesine kadar otomasyonla yürüyen bir sistem kuruldu. Dünyayla rekabet edebilmeniz için, en ucuz hammaddeyi elde edip, en kaliteli ürünü üreterek maliyetleri düşürmeniz lazım. Dolayısıyla teknolojiden, tıpkı Çin ve Kore’liler gibi üst düzeyde verim almanız gerekiyor. Şu anda bizim SASA’da kullandığımız teknoloji Çin ve Kore’nin de ilerisinde. Böyle bir teknolojiye sahibiz.

SASA bu yatırımla sektörün neresinde olacak, sektördeki payınız nedir?

Şu an günlük 1000 ton üretip, 1000 tonu da satabiliyoruz. Yeni yaptığımız tesiste 1000 ton daha üreteceğiz. Bu arada, ülkenin ihtiyacının bir kısmı yurt dışında karşılandığı için, biz daha rekabetçi bir yapıya kavuşarak, yurt içerisinde daha ucuza mamul satmayı hedefliyoruz. Bir sonraki aşamada hammaddeyi de kendimiz yapmak istiyoruz. Bununla ilgili de bir çalışmamız var, devletten bir arazi bekliyoruz. Çünkü satın alabileceğimiz büyüklükte ve kriterde başka arazi yok. Yıllık 2.5 milyon ton üretim yapacağımız için çok hammadde gelecek. Bu gemiyle geliyor ve transferde gemiyle olduğu için arazinin mutlaka deniz kenarında olması lazım. Dolayısıyla böyle bir arsa beklentimiz var. Bu beklentiler ışığında teknolojiyle, nasıl kuracağımızla, hangi şirketlerle ilişkiye geçeceğimizle, finansmanıyla ilgili bütün sorunlarımız halledilmiş durumda. Sanayi Bakanlığı’ndan bu konuda talep ettiğimiz 2 yer var. Bunlardan hangisi olursa, bugün düğmeye basarsak, 2022’de üretime geçmiş olacağız. Arsa sorunumuzu çözerek bu yatırıma başlarsak, 2026-27-28 yıllarında SASA, yaklaşık 10 milyar dolar cirosu olan bir şirket olacak.

“TÜRKİYE, BUNU YAPABİLİRSE BÜYÜR”

Yurt içinde Çin ile rekabet etmek zor mu?

Yok aslında, Çin ile rekabet etmek kolay. Çin’de fabrikalar, devlet desteğini arkalarına alarak 1 yılda üretime başlıyor. Bizler çok fazla bürokrasiye tabiyiz. Sıkıntılarımız burada. Şu anda Türkiye’de 1 dolarlık ihracat yapabilmek için 81 centlik ithalat yapıyoruz. Geriye 19 cent para kalıyor. Bu 19 centin içerisinde işçilik var, kar var, elektrik, doğalgaz var, vergi var. SASA olarak bu hammaddeyi de biz yaparsak, ülkede kalacak para 50 centi geçiyor. İşte bunun için Türkiye’nin artık hammadde ithalatından vazgeçecek yöntemleri bulması gerekiyor. Yoksa, Avrupa’dan cipsi getir, Avrupalının makinasında cipsi iplik yap, Avrupalının boyasıyla ipliği boya, sonra bunu halı yap, onu da sat, çok cüzi paralar kazan. Bu, çok sürdürülebilir bir ekonomik bir model değil. Türkiye bunu değiştirmeli, kendi hammaddesini üretmeli. Türkiye işte bunu yaparsa büyür. 160 milyar dolar ihracatınız, buna karşılık 220 milyar dolar ithalatınız var. Yani üretmek için adamın makinasına, hammaddesine mahkumuz. Üretmek için adamın bilgi ve teknolojisine ihtiyacımız var. Bunları değiştirmemiz lazım.

“İŞ HAYATINDA EN BÜYÜK TEŞVİK, İNSAN HAYATINA YAPILAN TEŞVİKTİR”

Sektörün geleceğiyle ilgili nasıl bir öngörünüz var?

Bence, Türkiye’nin önü açık. Genel sorun, bürokratik engeller, ikincisi o şehirdeki yöneticiler, ülkenin bir adım daha ileriye gitmesi için neler yapabilirizi tartışmıyorlar. Konuşulan konulara bakıyoruz, “Yol mu yapalım, bina 10 katlı mı olsun, 15 katlı mı olsun. Tapu harcını almazsak ne olur?” gibi şeyler. Bunlarla ülkeyi kalkındıramazsınız. Ufku geniş insanları Amerika ve Avrupa’ya kaptırıyorsunuz. Çok iyi hocalar yurt dışına gidiyor. Buna engel olmanız lazım. Üreten adamların burada istihdam edilmesi gerek. Her zaman söylüyorum, sanayide ve iş hayatında en büyük teşvik, demokrasiye ve insan hayatına yapılan teşviktir. İnsan hak ve özgürlüklerine, hukuka yapılan teşviktir. Buraya ciddi teşvikler yapın, bu ülke kalkınır”

Erdemoğlu Holding gibi güçlü bir kuruluşun, Adana’daki SASA’yı almasının, Gaziantep sanayisi için anlam ve önemi nedir?

Şöyle belirteyim, diyelim ki biz Merinos olarak Türkiye’nin süper liginde oynayan bir takımız. Biz SASA ile birlikte Avrupa’da Şampiyonlar Ligi’ne geçtik. Çünkü irtibatlı olduğumuz firmalar, dünya devleri. Elbette Türkiye’de bizim gibi olan çok ciddi firmalar var. Onlarda o sektörde. Burada şu var, artık yavaş yavaş Gaziantep sanayisinin de Türkiye liginden Avrupa ligine evrilmesi gerekiyor. Hala dönüp dolaşıp “filan adam yapıyor, bende iplik yapayım” sevdasının dışında, Avrupa’ya açılmamız lazım. Olayın para kazanma getirisinin ötesinde, Erdemoğlu Holding’in SASA’yı almasının en büyük anlamı budur. Bir üst lige çıkıyorsunuz, danışmanlarınız değişiyor, finansla ilgili ilişkileriniz değişiyor, dünyayla ilişkileriniz farklılaşıyor, bunlar çok önemli. Umarım Gaziantep’te başka firmalar da Türkiye’nin dışına çıkmaya başlayacaktır. Çünkü bu kapasitede Gaziantep’te en az 10 tane firma var.

Peki, SASA’nın Erdemoğlu Holding içerisindeki yapısal büyüklüğü nedir?

Son 3 yıl içerisinde SASA’da yüzde 60’ların üzerinde büyüme sağladık. Bu yatırımlarımızla SASA şu anda Erdemoğlu Holding bünyesinde yüzde 45’lik bir paya sahip oldu ancak daha da büyüyecek. Yapacağımız yatırımdan dolayı şimdiden ortaklık teklif eden dünya çapında dev şirketler var. Umarım Türkiye bu tür yatırımların önünü açacak politikalar izler.

SASA ile bambaşka bir sürece girdi Erdemoğlu Holding, bu süreçte neler değişti, bu değişimin Erdemoğlu’nun diğer birimlerine yansıması nasıl oldu?

SASA’nın kültüründen, tecrübesinden bir şeyler öğrendik elbette. İş yaptığınız firmaların kültürlerinden de bir şeyler alıyorsunuz. Tabi bizimde bir kültürümüz var ve bizim de SASA’ya kattıklarımız oldu.

Neleri değiştirdiniz SASA’da?

İş yaşamını, işçilerin çalışma koşullarını, çalışanların iş güvenliğini ve yönetimle ilgili ilişkilerini müthiş bir şekilde değiştirdik. Daha önce SASA’da taşeronluk vardı, onu kaldırdık ve kadroya aldık, çalışanın bize güveni arttı. Fire oranımız neredeyse yüzde 60-70 azaldı. Bu azalma, çalışanlarımızın işyerini sahiplenmesiyle alakalı bir şey. Arkadaşlara daha fazla yetki verdik. Bundan da bir şey kaybetmedik.

Aynı mantıkla baktığınızda öğrendikleriniz neler?

Farklı bir dünyayla ilişkimiz olduğunun farkına vardık. 400 milyar dolarlık cirosu olan şirketlerle muhatap oluyorsunuz. BP, Shell gibi firmalar var karşınızda. Suudi Arabistan’ın dev petrol şirketleri var. Yatırımlarınıza bakarak, dünyanın diğer ucundaki insanlar SASA’dan hisse alıyor. Bu güzel bir duygu.

SASA’nın halka açık bir şirket olmasının etkisi nedir?

Halka açık olmasının avantajı şudur, size hak ve hukukunuzu hatırlatan, sizi denetleyen, yüzde 15 ortağınız var. Sizi denetleyen bir SPK var. Bizim hisse senedimizi alıp, yatırım yapan insanlar var. Biz aldığımızda hisse senedi 1.51’di, biz aldıktan yaklaşık 10 kat büyüdü.

“SASA BİR GAZİANTEP FİRMASI”

Mehmet bey, duygusal olarak baktığımızda, SASA bir Adana firması mı, yoksa Gaziantep firması mıdır?

SASA bir Gaziantep firmasıdır. Millileştirmeyi buradan yapıyorum, Büyükşehir’e, yılda 20 milyon liraya yakın bir para SASA’dan geliyor. Biz bu şehrin imkanlarıyla geldik. Yurt dışından gelen bütün hammaddelerimiz Gaziantep üzerinden millileşiyor. Vergiyi buradan veriyoruz. Buradan verdiğimiz için de çok ciddi katkımız oluyor.

“İŞ DÜNYASINDA RİSK VAR, SİYASETTE YOK!”

Mehmet bey siyaset mi daha zor, iş dünyasında olmak mı?

İş dünyasında riskiniz var. Ortaya bir para koyuyorsunuz, bu para yok olabilir veya artabilir. Siyasette ise Türkiye’de kimsenin riski yok. Hangi bakan, başbakan, belediye başkanı veya ana muhalefet lideri, Türkiye’de yanlışının hesabını veren kimse yok. Adam geliyor göreve 4 yıl sonra vatandaş “şunları yapmamış” diyor, bırakıp gidiyor. Herhangi bir sorumluluğu yok. Bugün bütün belediyelerin borcu var. İcra gidiyor mu? hayır!.. Ama sanayiciye yanlış yaptığında icra gidiyor. Elektrik-su parasını ödemediğinde hemen kapısına gelirler. Devlete vergi borcunu ödemezsen, “borcu yoktur” kağıdı almadan hiçbir işlem yapamazsın. Bu yüzden iş dünyasında risk var, siyasette böyle bir riskiniz yok. İş dünyasında çok acımasız rekabet koşulları var.

Siz çok sayıda yabancı kuruluşla çalışıyorsunuz, onların ülkeye bakış açısı nedir, gözlemleriniz neler?

Türkiye’ye gelmek isteyen yabancıların güven eksikliği var. Diyorlar ki “Ben Türkiye’ye gelip yatırım yapsam, başıma bir şey gelir mi” gibi tereddütleri var. Artık Türkiye bunları çoktan aşmış bir ülke olmalı. Herkese bu güvence verilmeli. Sadece yabancılar için değil, ülke de yaşayan insanlar için de demokrasi daha fazla geliştirilmeli. Örneğin biz 2 yıl OHAL ile yönetildik, yurt dışından adamlar bizimle mukavele imzalamaya gelmedi. Biz oraya gittik. Bunları aşmamız lazım. Bir başka konu, Kalkınma planlarına geri dönmemiz lazım. Şu anda Gaziantep’te bin 500 tane halı makinası var, 750’si çalışıyor. Çalışmayan diğer 750’yi 3’er milyon eurodan hesaplasanız 2 milyar euronuz boşta bekliyor. Önüne gelene arsa verip, önüne gelenin iplik fabrikası kurduğu bir sistem olmamalı. Siz Rusya’ya gidip “şu fabrikayı kuracağım” deyin, eğer ihtiyaç yoksa, size izin vermezler. Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından biri plansızlık. Ülkede ekonomik standart bir model yok. Türkiye’nin planlı bir sanayileşmeye yönelmesi şarttır. Organize Sanayi Bölgeleri bu anlamda direksiyona geçip, yönetimi tamamıyla devralması lazım.

İş dünyasının içerisindeki Mehmet Şeker olarak, tekrar siyaset mekanizmasının başında olsaydınız, alacağınız kararlar neler olurdu?

Net şekilde söyleyeyim, her şeyi bir planlama içinde yapmak gerekiyor. İkincisi çok ehil, işini çok iyi bilen, mükemmel adamlarla çalışmak gerekiyor. Baktığınızda, Türkiye’nin en büyük şirketleri yabancı danışmanlarla çalışıyor. Sizce, bu şirketler, bu danışmanlara neden para veriyor? Türkiye’deki en büyük sorun şu, biz diyoruz ki “Milli Eğitim Şube Müdürü kim olursa olsun!..” En sıkıntılı adamı atıyorsun. Eğitimde problem başlıyor, sonra bu sıkıntı sanayiye, ülke yönetimine, toplumun her kesimine sirayet ediyor. Japonya’da görmüştüm, ülkede başbakanlar, hükümet değişmiş ama Milli Eğitim’in başındaki adam hiç değişmemiş. Şirketlerimizde de yöneticiler değişiyor ama kimse muhasebe müdürünü değiştirmiyor, kimse organizasyonun başındaki adamını değiştirmiyor. Neden, çünkü işin hafızası orada ve bu adam bu işi biliyor. Bizim yanlışlarımızdan en önemlisi budur. Şehre atadığınız validen başlayarak, valinin bir şirket yönetir gibi, o şehri yönetmesi lazım. Siyaset kurumunun artık “benden olsun, bana oy verenden olsun” mantığından uzaklaşıp, dünyanın her yönüyle entegre olmuş isimleri, ülke yönetimine monte etmesi lazım. Her gün televizyona çıkıp birbirimizi eleştirerek bir yere varmamız mümkün değil. Bu ülke geçmişiyle kavga etmeyi bırakmalı. Ben şimdi çıkıpta “SASA geçmişte iyi yönetilmemiş” diyemem. Bana ne geçmişten, iyi yönetilse zaten orada olurdu. Ben iyiyi yapmaya odaklanmalıyım. Mevcut olanlar için şu ya da bu eleştiride bulunmuyorum ama gerçekten her alanda kaliteye ihtiyacımız var.

Profesyonel bir yöneticide olması gereken temel özellikler nelerdir?

İyi bir yönetici, paylaşan, kendi ekibiyle paylaşan, kendisine yöneltilen sorunları çözebilen, “ben” değil, “biz” diyen kişidir.

Olmazsa olmazınız var mı, varsa nelerdir?

İş yaşamında sadakat ve liyakat çok önemli. Çalıştığınız işyerine bu anlamda güveni verebilmeniz lazım, eğer bunu gerçekleştiremezseniz, başarınızın önüne set çeken en büyük etken bu olur.

“ÖN YARGILI DEĞİLİM”

Başarınızdaki en büyük etken nedir?

Okumak şart. Dünyanı görmek gerek. İnsanları dinleyeceksiniz. Önyargılı olmadan “bu adam bu işten anlamaz” düşüncesine kapılmadan, karşınızdakinin fikrini alıp değerlendirmek gerekiyor. Bunlara çok dikkat ederim.

Erdemoğlu Holding bünyesinde etkin bir role sahipsiniz. Profesyonel yöneticiliğin sınırları var mıdır, varsa nereye kadardır?

Yöneticinin sınırı takibi vardır. Buraya iş için geldiğimiz zaman, işimizi doğru yapmak anlamında her şeyi yapıyoruz. Ama kimsenin özel yaşamına müdahalede bulunmadan, özel hayatına tecavüz etmeden organizasyonu yapmanız ve kararları almanız gerekiyor. Buranın dışında dost olmanız, çalışanlarınızla birlikte paylaşmanız ve onların sorunlarını dinlemeniz gerekiyor.

Çalışanlarınızla nasıl diyalog kurarsınız?

Çalışanlarımız bizimle görüşmek için randevu almaz. Operatör de, işçi de, müdür de gelir, varsa bir problemi anlatır. Buraya gelmiyorsa, yemekhanede ben onların yanına giderim, orada anlatırlar. Bazen de ben onların yanına çay içmeye gider, ekonomiyi, geçimlerini, yaşam şartlarını konuşurum. Böylece insanların nasıl yaşadıklarını anlamaya çalışıyorsunuz.

Yöneticilikte en çok neyi ön plana çıkartırsınız?

Yöneticilik birikimdir. Geçmişten aldığınız bütün tecrübelerinizi belirli bir yere koyuyorsunuz, sonra da bu birikimden başkalarının faydalanmasını sağlıyorsunuz. Bana göre, iyi yönetici, arkadaşlarını kendisinden daha iyi yetiştiren, onları gelecekte kendisinin yerine aday yapabilen kişidir.

Değişim ve gelişimle ilgili düşünceleriniz neler?

Çok okurum. Dünyayı takip ederim. Sabah kalktığımda, dünyada ne olmuş, bitmiş merak eder, sorgularım. Ayrıca, dinlemeyi severim. Elbette, bazı programlar, üniversitelerin düzenlediği paneller oluyor. Fırsat buldukça oralara da katılarak “bu insanların düşüncesi nedir” diye yeni şeyler öğreniyorum. Ekonomide, finansta danışmanlarımız var. Bu insanlardan çok şey öğreniyoruz. Yönetici tüm bunları harmanlayıp, sadeleştiren kişidir. Dolayısıyla kendinizi her zaman geliştirip, değişime açık olmanız lazım. “Ben buradayım, bunun daha üstü yok” gibi bir mantıkla yürürseniz, çok başarılı olamazsınız.

Kendisine rol model aldığınız bir isim var mı?

İsim olarak söyleyemem ama dünyada örnek aldığım çok yazar, çok devlet başkanı, demokrasi savunucusu insanlar var. Bunların hepsinden faydalanıyorum. Bir kişi yok ama ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerini, o gün yaptığı şeyleri, bugün bakarak yorumlamaya çalışıyorsunuz, ayrıca dünyayı yönetmiş insanların hayatlarını inceliyorsunuz, neleri yapmışlar, neleri yapamamışlar görüyorsunuz. Büyük bilim adamları var. Bunların iyi yaptığı şeyler, sizin idolünüz olur. Sadece bir kişiye odaklanıp “şu adam çok başarılı bende onun gibi olayım” derseniz, o biraz zor, öyle bir hayat yok.

Biraz geçmişe dönelim. Mehmet Şeker nasıl bir ailede yetişti, çocukluk yılları nasıl geçti?

Düşünün, bir ailenin 6 çocuğundan birisisiniz ve 2 odalı bir evde oturuyorsunuz. Okula yürüyerek gidip geliyorsunuz, otobüs, dolmuşu daha tanıyamadınız. Babam esnaftı, mütevazi bir aileydik. Evimiz Şenyurt mahallesinde, işyerimiz de Devlet Hastanesi’nin arkasındaydı. Oralarda büyüdük. Okul sonrası babamın işyerine mutlaka yardım etmeye gelirdim. Esnafın kültürünü yakından aldım. Çok büyük hayallerim yoktu. Üniversiteye gideyim, bitireyim istiyordum. Hiçbir zaman “evimiz olsun, yatımız, katımız olsun” gibi hayal kurmadım. Belki de benim gençliğimdeki insanların böyle bir ideali yoktu. Şimdiki insanlar, her şeyimiz olsun istiyor, ama hiçbir şey üretmeden, vermeden istiyor bunu!..

Öğrenciyken ne olmak isterdiniz?

Tıp Fakültesi’ne gitmek daima kafamda vardı. Onu da gerçekleştirdim. Şimdi yeniden dünyaya gelsem, yine aynı mesleği seçerdim. İşimi hep severek yaptım. İnsanın kendini tanıması, vücudunu bilmesi, insan ilişkilerini yakından bilmesi gibi mükemmel bir eğitim olamaz.

İnsan nasıl mutlu yapar kendi kendini?

Mutluluğun sırrı falan yok. “Ben mutlu olmak istiyorum” dediğinizde o yolu açıyorsunuz. Ben hekimlik döneminde hastalarıma daima “sabah kalkıp, elinizi yüzünüzü yıkayıp, kendi ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsanız, dünyanın en mutlu kişisi sizsiniz” derdim. Çünkü, dünyada bunu yapamayan, sağlığı yerinde olmayan milyonlarca insan var. Herkesle kavga ederek bir yere varmanız mümkün değil.

“EVE, İŞ TAŞIMAM”

Özel hayatınızda neler yapıyorsunuz. Akşam kapıdan çıktığınız an, özel hayat başlıyor mu?

Eve iş taşımamaya gayret ederim. Gece hayatım da yoktur. Ailemle bir arada olmaktan mutluluk duyarım. Eş dost ziyaretlerinde bulunurum. Siyasetten geldiğimiz için cenaze, düğün ziyaretleri yaparım. Kitap okumaya gayret gösteririm. Eskiden beri esnaf arkadaşlarım var, onları ziyaret eder, onların bakış açısıyla Türkiye’yi görmeye çalışırım. Özel hayatım bundan ibaret.

Ailece birlikteyken neler yaparsınız?

Bizim ailemiz sadece eşimiz ve çocuklarımız değil. Biz büyük bir aileyiz. Akrabalarımız, yeğenlerimiz, çalışanlarımız, hep birlikte bir aile olarak kabul ederiz kendimizi. Siyaset yaptık, büyük bir siyasi yapı var. Onların sorunlarıyla, sıkıntılarıyla kederlenirim. Ama kendi ailemle birlikteyken yemek yemek, tatile gitmek müthiş bir keyif veriyor.

Üretmek mi, siyaset yapmak mı, sizi hangisi daha fazla heyecanlandırıyor?

Üretmek bambaşka bir şey. Düşünün, binlerce çalışanınız var, birlikte üretiyorsunuz, ayın sonunda hesabına maaşını yatırıyorsunuz. O da maaşını aldığında evine bir şeyler alıp götürüyor, ürettiğiniz ürünü dünyanın bir başka ülkesine satıyorsunuz. Üretmenin sosyal yönü de var. Üretmenin hangi aşaması olursa olsun bana müthiş bir keyif ve mutluluk katıyor.

“BU YAPIDA BİR SİYASETTE YOKUM”

Siyasetin neresindesiniz şu an?

Siyasette yapı değişmediği müddetçe, siyaset yapmayı düşünmüyorum. Türkiye’de bu siyasi yapı değişmediği sürece, siyasetçinin de başarılı olma şansı yok. Benim bir milletvekili olmam, bir koltuğu işgal etmem, ülkeye bir katkı sağlamıyorsa, yapmamın bir anlamı yok. Bunu denedim, başarma şansımın olmadığını gördüm. Ankara’da da böyle, Gaziantep’te de böyle. Siyaset yapan 100 adamın 99 tanesi “biz bu ülkenin hukukuna, iş yaşamına, kültürüne nasıl bir katkı sağlarız” diye düşünemiyor. Düşünce “Ben bu koltuğa nasıl otururum, nasıl meclis üyesi olurum, nasıl il başkanı olurum, nasıl milletvekili olurum” şeklinde. Siyasete bu pencereden bakarsanız, gerek şehrinizle ilgili, gerek ülkeyle ilgili hiçbir şey yapamazsınız.

Mehmet bey bu cevap “siyasette artık ben yokum” anlamına mı geliyor?

Bu yapıda siyaseti düşünmüyorum, bu yapı bana zarar veriyor. Dolayısıyla yapının değişmesi lazım. Siyasi Partiler Yasası değişmeli. Eksik yapan, yanlış yapanlar çekilmeyi bilmeli. Siyasette etik değerlere önem verilmeli. Bunlar yapılırsa başarılı olma şansınız var, yapılmadığı müddetçe, yalan söyleyen, riyakarlık yapan, hırsızlık yapan baş üstünde tutulduğu müddetçe bir yere varmanız mümkün değil. Dolayısıyla böyle bir siyaset, benim tarzım değil. Bu tarz bir sistem olduğu sürece, ben siyaset yapmayı düşünmüyorum.

“ADAMI DEĞİL, SİSTEMİ DEĞİŞTİRECEKSİNİZ”

Neler yapılabilir bu anlamda?

Eleştirerek siyaset bir yere varamaz, sahneye çözüm önerileriyle çıkacaksınız. Sadece mağdur olan insanları meclis kürsüsüne taşıyarak, mecliste bunları konuşarak sonuca ulaşamazsınız. Geliri artıracak yöntemlerde eliniz olacak. Sonra da paylaşımın nasıl yapılacağına karar vereceksiniz. Düzeltmek zor değil ama bunun için ciddi şekilde değişiklik yapmanız lazım. Biz başarısız olanı değiştirip, yerine yenisini getiriyoruz. Halbuki adam değiştirerek bir yere varamazsınız, sistemi değiştirmeniz gerekiyor. Sorun sistemde. Bunun çözümü, planlama ve organizasyondan geçiyor. Ben şu an yerelde de, genelde de bunu değiştirecek bir siyasi tavır göremiyorum.

07 Ağu 2019 - 08:59 -

Mahreç  Hüseyin Küpeli


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.