Mavi Karga içimize dönmeyi hatırlatıyor
Kuş ölümlüdür, sen uçmayı hatırla.
Füruğ Ferruhzad
Gazeteciliğe küçük küçük kitap eleştirileri yazarak başladım. Marmara Üniversitesi son sınıf öğrencisiyken gazetede bana verilen bu fırsatı çok iyi değerlendirmeliydim. Editörümün istediği bir metin yazmak için çok çaba harcadığımı bugün bile hatırlıyorum. Üzerinden on yıl geçmiş. Okuyup incelediğim kitapla ilgili öyle ilginç sözler yazmalıydım ki hem kitabın harika bir özeti olsun hem de benim satırlarımı okuyanın merakını kamçılasın. Bu, gerçekten zor bir uğraştı. Ama bana mesleğimde ilerlemem için çok fayda sağladı. Kelime hazinemi geliştirdi ve kelimelerle daha ustaca oynamama vesile oldu. Zannediyorum ortalamanın üzerinde bir “yaratıcı yazarlık” atölyesine katılsam bu tecrübeyi ancak edinebilirdim. Bugün, kitaplar hakkında bir şeyler yazmak bana keyif veriyor.
Kendimle ilgili bu kısa hikayeden sonra size bu hafta okuduğum Mavi Karga romanından söz etmek istiyorum. Bu roman Tahir Elçi davasıyla tanıdığımız Türkan Elçi’nin ilk romanı. Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı Başkanı, öğretmen, avukat ve insan hakları aktivisti Türkan Elçi’nin edebiyatla olan ilişkisini birçokları gibi ben de bilmiyordum. Yazdıklarını ise gerçekten çok merak ediyordum. Kafamda yüzlerce soruyla başladım romanı okumaya. Okudukça, sayfalar ilerledikçe soru işaretlerim bir bir dağıldı. Öyküsünü öylesine güçlü metaforlarla bezeyen, alegorik bir anlatımla içindekileri döken Türkan Elçi, okurun kalbine giden yolu keşfetmiş.
Roman baskıya başkaldıran kargalarla zulme uğramış, elleri ayakları bağlı ölüme terk edilmiş bir kadının hikayesini bir araya getiriyor. Ulu ceviz ağacının altındaki Kargabaş’ın Kutsal Mezbele’sinde leşlerle beslenen ve Ötüş Terbiye Konseyi’nin direktifleriyle tek tip öten kargalar hayatlarından memnunmuşçasına yaşıyor. Bülbüle duyduğu imkansız aşk, annesinin ölümü, Şeffaf Karga’yla tanışması, çöplere atılan insan cesetleri Özgür Telek’i içinde yaşadıkları dünyadan daha iyisine layık olduğuna inandırır. Aşk acısı çekenler, en yakınındakilerden sıkılanlar, hükümdarların zulmünden kaçanlar, sevip de sevilmeyenler, işlemedikleri suçlardan hüküm giyenler, aç bırakılanlar, kovulanlar, vatansızlar, göçertilenler, hiç sebepsiz bunalanlar… Bu mutsuz kuşların hepsiye göğün en yüksek katında tanışan Özgür Telek şöyle der: “Herkesin acısı, hissettiği kadardı. Yerden fersah fersah yükselen kuşlar, kederlerini de kanatlarının altına saklayıp göğün en yüksek katmanına getirmişlerdi. Yerin yüzünde yaşananlar yerde kalmamıştı. Her kuşta kendi derdimin dermanını aradım. En sonunda kendimle taşıdığım derdin devasının başkasında değil yine kendi içimde olduğunu anladım.” Özgür Telek’in bu sözleri aradıkları Simurg’un kendileri olduğunu, gerçek yolculuğun kendi içine yapılan yolculuk olduğunu anlayan otuz kuşu hatırlattı. Özgür Telek ile beraber otuz kuş (Otuz rakamı da bariz bir Simurg göndermesi) nihayetinde Kargabaş’ın bozuk saltanatını yıkıp göğü şenlik yerine çeviriyor.
Mavi Karga, dönüp kendi içimize bakmayı, dünyada bir şeyleri düzeltmek istiyorsak önce kendimizden başlamayı ve bunun içinde gereken tüm gü
Tüm Yorumlar