Teknoloji ilerledikçe yaşamımızın kolaylaşacağını ve daha mutlu olacağımızı sanıyorduk.
Hayatı ayaklarımızı uzatarak yaşama fikri hepimize cazip geliyordu.
Kimsenin kimseye karışmadığı, yalnızlaştığımız, kafamızı dinlediğimiz bir yaşam.
Bu yaşam tarzının bizi rahat kılacağını düşleyip durduk.
Bu toz pembe hayata uzun zamandır kendimizi alıştırıyoruz.
Hepimizin istediği de bu değil miydi?
Ama aldanıyoruz.
Neden mi?
Şehrin kalabalıklarından kaçıp, yüksek kameralı güvenlikli sitelerin bizi mutlu edeceğini mi sanıyorduk?
Komşuluk ilişkilerinin neredeyse sıfırlandığı kimsenin birbirini tanımadığı yaşam alanları bizi ne kadar mutlu edebilir?
Başımız sıkıştı veya o gün oldu da evde yalnızız hiçbir şey yapamayacak durumdayız, kapımızı çalıp halimizi hatırımızı soracak, bir tabak yemek uzatacak bir komşuya sahip miyiz?
Çocuklarımız kalabalık mahallelerden toz-toprak yutacağı düşüp kalkmayı öğreneceği bir yaşamdan uzak büyüyor.
Çocukları odalara kapatarak özel dersler aldırarak, arkadaşlık ilişkilerinden kopararak daha iyi bir eğitim hayatı sunabileceğimizi düşünüyoruz.
Yanılıyoruz.
Kavgayı bilmeyen hayatı kalabalık yaşam alanlarında öğrenmeyen çocukları ebeveynler, bu çocuk neden içine kapanık, dikkat sorunu var ve asosyal gibi nedenlerle psikolog yollarını aşındırıp duruyor.
Gündelik yaşamın bu kadar çabuk tüketildiği, hızlı yaşam alanlarının bizleri birbirimize bu kadar yabancılaştırdığı bu ortamdan sağlıklı karakterlerin çıkması mümkün mü?
Peki, bizim mahallelerimize ne oldu?
Sobalarla ısındığımız, kestane pişirdiğimiz evlerimize ne yaptık?
Yıktık, modern binalar yaptık.
O yıktıklarımız aslında bizim yaşamımızdan birer kesit.
Yeni nesil tüm bu mahalle kültüründen dayanışmadan samimi ortamlardan bir haber büyüyor.
Sosyal medyada sosyalleşen, sanal arkadaşlıklar kuran bir nesil yetişiyor.
Bunun sorumlusu biraz da biziz.
Eskiyi yıkarken yeni ve modern olana aldanıp öz olana sahip çıkmadık.
Almanya’ya giden gurbetçiler emekliliklerini onların tabiriyle ‘nefes almayı’ care olarak köylere kaçmakta buluyor.
Köy yaşam alanları, doğal alanlar bize gittikçe cazibe ‘merkezlerinden’ daha cazip görünmeye başlıyor.
Nasıl gelmesin ki yalnızlaşalım derken yabancılaştığımız hayat bizi er ya da geç bu yaşamı sorgulamaya itecekti.
Eskinin, samimiyetin birlikteliğin dayanışmanın ve ortaklaşmanın kıymetini bilelim.
Yoksa bu şehir hayatlarının bizi insanlığımızdan çıkartıp, robotlaştıracağı günler yakındır.
Mahalle yaşamı bir kültür mü diyeceksiniz?
Evet, özlemini duyacağımız, eksikliğini hep hissedeceğimiz bir kültür.
Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.